8 Ocak 2009 Perşembe

Gebelik Gebelik Bilgileri Hamileliğin Belirtileri Erken Doğum !

Gebelik Gebelik Bilgileri Gebelik Hakkında Yazı !

Gebeliğin ilk belirtilerinden biri, günü geldiği halde adet görülmemesidir. Bu gecikmenin nedeni kanama ile atılması gereken yumurtanın döllenmiş olmasıdır. Döllenmiş yumurta, dölyatağında gelişerek bir bebek haline gelecektir. Bu durumda bebek yaklaşık olarak henüz iki haftalıktır. Çünkü bir kadının en fazla gebe kalma olasılığının bulunduğu dönem, iki adet kanamasının aşağı yukarı ortasına rastlayan yumurtlama dönemidir. Bu dönemde
olgun bir yumurta (ovum), yumurtalıktan dölyatağına düşer ve dölyatağı kanalındaki yolculuğuna başlar. Bu durum dikkate alınarak, gebelik, görülmeyen ilk adet kanamasından on dört gün önce başlamış gibi hesaplanır ve doğum, son adet kanamasının ilk gününden 280 gün yani 40 hafta sonra beklenir.

Tabii ki bu hesaba göre kadın mutlaka gebelik süresinin başlatıldığı tarihte gebe kalmış olmayabilir. Çünkü yumurtlama dönemi bütün kadınlarda tam olarak aynı döneme rastlamaz. Bu nedenle bir bebek, erken veya geç doğum durumu söz konusu olmaksızın, iki veya üç hafta erken ya da geç doğabilir.

Ama gebeliğin başladığını gösteren başka belirtiler de vardır. Bunların içinde en göze çarpanı, herhangi bir adet kanamasından birkaç gün önce de olabileceği gibi, göğüslerin genişlemesi ve yumuşamasıdır. Bu arada göğüslerin ucunu çevreleyen kahverengi halka gitgide düzlüğünü kaybeder ve burada küçük kabarcıklar meydana gelir. Göğüslerdeki kan damarları derinin altından, bir mermerin içindeki başka renkli düzensiz çizgiler gibi görünürler.

Bazı kadınlar, gebeliğin hemen başlangıcında mide bulantısı duymaya başlarlar, sık sık kusarlar; bu durum ilk üç ay boyunca devam edebilir. Kusma bütün kadınlarda görülmediği gibi, bir gebelikte görülmesi, daha sonraki gebeliklerde de görüleceği anlamına gelmez. Bazı ülkelerde bu rahatsızlığa «sabah karanlığı hastalığı» denmekle birlikte, birçok kadın bulantıyı hem sabah, hem akşam veya yalnız çok yorulduğu ya da uzun süre hiç bir şey yemediği bir günün akşamında duyar. Bulantı sabahın erken saatlerinde olursa, en etkili tedavi yataktan kalkar kalkmaz bir bardak çay ile birlikte birkaç tuzlu bisküvi yemektir.

Öğleden sonra duyulan bulantıya karşı tedbir olarak, öğleden sonra dinlenmek gerekir. Yemek aralarında bulantı duyulursa daha hafif yemekler yemeli ve acıkınca azar azar yemek için, el altında gevrek veya meyve bulundurmalıdır. Eğer bulantı ve kusmalar ilk on iki haftadan sonra da devam ederse, veya kadını sarsacak kadar şiddetli olursa, mutlaka bir hekime görünmek gerekir. Hekimin vereceği ilaçlar bulantıyı azaltır.

Gebeliğin başlangıcındaki mide bulantısının bütün kadınlarda görülmemesi ilginç bir durumdur. Bunun gibi, ilkel tarım toplumlarındaki kadınlarda gebelik sırasında çıbanlar ve deri kabarcıkları meydana gelir veya bayılmalar olur. Bütün bunlar kadının gebeliğe ayak uydurmasının vücutta gösterdiği dış belirtilerdir.





Hamilelik Belirtileri
Hamileliğin teşhisi çok kere kolaydır. Ancak başlangıçta daha döl yatağı küçükken bazen anlaşılması güç olabilir. Ancak ilerlemiş hamileliklerin bile «ur» sanıldıkları hattâ bu «ur»un çıkarılması için kadının ameliyat bile edildiği görülmüştür, ilerlemiş bir hamileliğin «ur» sanılması çok kere döl yatağında öteden beri bazı habis olmayan urların varlığı bilinen kimselerde olmaktadır. Eğer bu kimse aynı zamanda çok şişmansa hekimin yanılma şansı artabilir. Dikkatli bir hekimin şişman ve urlu bir döl yatağına sahip bir kadında bile hamileliği teşhis edebilmesi gerekir. Hamileliğin tespitinde faydalanılan belirtileri, «kesin hamilelik belirtileri» «kesin olmayan hamilelik belirtileri» ve «hamilelikten ileri geldiği sanılan belirtiler» diye bölümlere ayıranlar vardır.

A. Hamileliğin kesin belirtileri:

a) Fetus'un kalp sesinin duyulması ve sayılması. Hekim bu amaçla özel bir dinleme aleti kullanır; Çok kere ancak 18-20. haftalarda anlaşılabilir. Dakikada 120-140 defa attığından annenin nabzından ayırdedilebilir.

b) Aktif fetus hareketlerinin muayene eden hekim tarafından tespiti; Beşinci aydan sonra elin karın üstüne koyulması ile hissedilebilir.

c) Fetus iskeletinin röntgen filminde görülmesidir. Bu belirtilerden herhangi birinin tespiti hamilelik teşhisini kesinlikle koydurur. Ancak dördüncü aydan sonra görülür. Fetusu röntgen ışınına maruz bırakmanın çocuğun gelişimini etkileyebileceği şüphesi mevcut olduğundan çok mecbur kalmadıkça kadın-doğum uzmanları bu yola başvurmazlar.

B. Hamileliğin kesin olmayan belirtileri:

a) Karnın büyümesi;
b) döl yatağının boyutlarının, şeklinin ve kıvamının değişmesi;
c) fetus'un içi sıvı dolu amniyon kesesinin sallanması sonucu hissedilmesi;
d) serviksteki bazı değişiklikler;
e) zaman zaman döl yatağı kasıntıları;
f) fetus'un bölümlerinin ayırdedilmesi;
g) hamilelik testlerinin pozitif sonuç vermeleridir. Bu bulgular hamilelik dışı nedenlerle de ortaya çıkabilir.

a) Karnın büyümesi: ilk hamilelikte, karın duvarındaki kaslar daha dirençli olduğundan dölyatağının arkadan dayanması sonucu dışarı doğru az göçeceklerinden ancak ilerlemiş hamilelikler bu şekilde farkedilebilir. ikinci ve sonraki hamileliklerde ise daha erken aylarda bu bulgu ortaya çıkabilir. Karında büyüyen herhangi bir ur da bu genişlemeğe yol açabilir.

b) Döl yatağındaki değişmeler: Döl yatağı zamanla büyür ve ancak üçüncü aydan sonra mesanenin önünde bulunan «semfiz» kemiğinin seviyesinden yukarı çıkar. Ayrıca, kadın-doğum uzmanı yaptığı muayenede yaklaşık olarak altıncı hafta serviksi ve dölyatağının korpus adı verilen kubbemsi bölümünü sert, ikisi arasında kalan bölümü ise yumuşak olarak hisseder. Buna Hegar belirtisi adı verilir. Bazı dölyatağı ve yumurtalık urlarının hekimleri yanıltabileceği ve her rahim büyümesinin hamilelik anlamına gelmeyeceği ortadadır.

c) Herhangi bir plastik torbaya su doldurulsa ve içine, özgül ağırlığı bu suyun içinde dibe çökmeden ama tam olarak batmış bir şekilde yüzmesine elverişli küçük bir cisim koysak ve bu torbayı elimizde tutup sallasak yüzen cisim zaman zaman gelip torbayı tutan ellerimize çarpacaktır. Kadın doğum uzmanı da bu şekilde dölyatağını hafifçe oynatarak bazen içinde ki fetus'u hissedebilir. Karın boşluğunda az miktar su toplanması ile bir arada görülebilen ufak yumurtalık urlarında da bu belirti mevcut olabileceği için bu da kesin olmayan belirtiler arasında sayılmaktadır.

d) Serviksteki değişiklikler: Hamileliğin ikinci ayının başında serviks yumuşar. Serviks bazı iltihabi durumlarda, doğum kontrolü hapı kullananlarda da yumuşayabilir.

e) Hamilelikte döl yatağı zaman zaman herhangi bir. ağrıya yol açmayan kasıntılar yapar. Hamileliğin başlangıcında da hissedilebilen bu kasıntılara BraxtonHicks kasıntıları adı verilir. Dışarı akamadığı için içinde kan toplanmış olan dölyatakları bu şekilde kasılabilir.

f) Hamileliğin ikinci yarısında kadın-doğum uzmanı fetus'u. sertçe bir baş ve gövde bölümleri olarak hissedebilir; bazı rahim urlarının «fetus başı» zannedilerek yanlışlıklara yol açtıkları görülmüştür.

g) Hamilelik testleri; Seken adetin ilk gününden yaklaşık olarak 10 gün sonra doğru cevap vermeğe başlarlar. Zira genellikle çocuk sonunun (plasentanın) salgıladığı koryonik gonadotrofin hormonunun varlığını tespit esasına dayanmaktadırlar ve 1 litre idrar içinde 3.000 ünite gibi belli bir miktara ulaşmadan klasik hamilelik testleri doğru cevap vermemektedirler. Bazı tip kanserlerde de gerek erkekte gerekse kadında bu testlerin müspet sonuç verdikleri de bir gerçektir.

C. Hamilelikten ileri geldiği sanılan belirtiler:

Bunlar a) adetin sekmesi, b) göğüslerdeki değişiklikler; c) genellikle sabahları hissedilen bulantılar; d) fetus hareketlerinin anne tarafından hissedilmesi; e) vajina'daki renk değişikliği; f) gövdenin belirli yerlerinde, derideki koyulaşmalar; g) idrar zorlukları; h) yorgunluktan ibarettir.

a) Adetin sekmesi: Her kadında zaman zaman adetin bir kaç gün kadar sekmesi olağandır. Ancak bu sekme 10 günü aşarsa hamilelikten şüphelenilmelidir. Bazı kadınlarda hamileliğe rağmen, çok az miktarda vajina yolu ile kanama görülebileceği bilinir. Halk buna «üstüne görme» adını vermektedir. Bu kanamanın hamileliğin 40. gününden önce görülmesinin, hamilelik ürününün dölyatağı zarı içine yuvalanmasına bir tepki olduğu iddia edilmektedir. Adetin psikolojik etkiler sonucu veya hormonsal düzensizliklere bağlı olarak da kesilebileceği bilinmektedir.

b) Göğüslerdeki değişiklikler: Çok kere ilk hamilelikte daha çok anlam ifade eder. ikinci ve sonraki hamileliklerde göğüslerdeki değişiklikler ilkinde olduğu kadar göze çarpıcı olmaz. Hamileliğin ilk ayında kadın, göğüslerinin sızladığından yakınır; ikinci ayından sonra dokunmakla sertleşme ve meme ucunun etrafındaki koyu halenin daha da koyulaşıp genişlediği, memenin boyutlarının büyümeğe başladığı görülür. Bütün bu değişikliklerin bazı hormon salgılayan yumurtalık urları varken de görülebileceği bilinmektedir.

c) Sabah bulantıları: Çok kere hamileliğin ilk ayı sonuna doğru ortaya çıkan bu durum genellikle altı-sekiz hafta sonra sona erer. Daha önce başlayıp çok daha uzun süren bulantılara ve kusmalara da rastlanabilir.

d) Hamileliğin 18-20. haftalarından itibaren anne, çocuğun hareketlerini hissettiğini ifade eder. Bazı bağırsak hareketlen anne tarafından yanlışlıkla çocuk hareketleri olarak yorumlanabilir. Her bulantı ve kusmanın hamilelikten ileri gelmediği bilinmektedir.

e) Döl yolu kan damarlarına gelen kan oranı çoğaldığından bu bölge eskiye göre daha morumsu bir renk alır. Üreme organlarına gelen kan miktarını çoğaltan diğer durumlarda da bu görülebilir.

f) Göğüslerin uçlarını çevreleyen hale, göbeğin altındaki normal zamandaki belli-belirsiz olan deri çizgisi hamilelikte koyulaşır. Bazı kadınların elmacık kemikleri üstündeki ve alınlarındaki deride de koyulaşmalar görülür ki buna «hamilelik maskesi» adı verilir. Bu deri koyulaşmalarının hamilelik dışı durumlarda da görülebileceği bilinmektedir.

g) Büyümekte olan dölyatağı, önünde bulunan mesaneye baskı yaparak hamile kadında sık sık idrar etme ihtiyacının belirmesine yol açabilir. Bazı idrar yolu iltihapları ya da bu şekilde basınca yol açabilen bazı urlar da aynı hissi doğurabilirler.

h) Hamilelik sık sık nedeni bilinmeyen bir şekilde aşırı yorgunluğa yol açmaktadır.



Hamilelik İçin Gerekenler


Bir kadın için:

1. Yumurtalıkların normal çalışması ve özürsüz yumurta hücresi (ovum) üretmesi

2. Yumurta kanalının açık olması

3. Yumurta kanalındaki, yumurta hücresini dölyatağına taşıyan iletken yüzeyin iyi çalışır olması, burada yapışıklıkların, engellerin bulunmaması

4. Döl yatağı iç yüzeyinin (endometrium) her ay normal bir gelişim göstermesi

5. Döl yatağı kanalının (serviks) açık olması

6. Döl yatağı kanalındaki fizyolojik tıkacın her ay yumurtlama zamanında erkek hücrelerine (sperm) karşı geçirgen duruma gelmesi

7. Döl yolunda normal bir ortam bulunması, yani herhangi bir iltihap ve parazitin bulunmaması

8. Bu organlarda doğuştan bir anormallik veya sonradan o-luşmuş bir engel olmaması.


Erkekte de eşini gebe bırakabilmesi için bazı şartlar gereklidir:

1. Yumurtalıkların (testis) normal çalışması

2. Spermlerin normal özellik ve sayıda olması

3. Yumurtalıklardan kamışa kadar spermlerin geçtiği yollarda herhangi bir engel olmaması.


Aş Erme
Gebe olan kadının, genel olarak için bulunduğu mevsimde yetişmeyen sebze, meyve vb. yiyecekleri istemesine verilen ad. Gebe bir kadının tat alma ve koku alma duygularında, ağız tadında bazı değişiklikler olduğu bilinmektedir. Fakat bu değişiklikler belirli bir meyve ve sebzenin yenmesini kesin olarak gerektirmezler.

Genellikle kocasının yardımcısı durumunda olan kadının «aş erdiği» zaman, isteği yerine getirilmezse, bu davranış «doğacak çocukta anormallik gibi hallere yol açar», kaygısıyla şımartıldığı bir gerçektir. Bu nedenle bazı kadınlar gebelik süresince bilerek ya da bilmeyerek kocalarından çeşitli yiyecekler vb. ister, şımarıklık gösterisinde bulunurlar. Aş ermenin modern dillerin çoğunda bir karşılığının olmaması, bunun herhangi bir fizyolojik olay olmayıp toplumsal bir gelenek olduğunu doğrular.


Gebelik Zehirlenmesi
Gebeliğin son aylarında bazı kadınlarda tansiyon yükselmesi (hipertansiyon), sidikte protein (albüminüri), dokularda sıvı fazlalığı (ödem) görülür. Eskiden bunların dolaşımdaki bir toksinden ileri geldiği düşünülürdü; bu duruma «gebelik zehirlenmesi» ya da «gebelik toksikozu» denilmesi bundan ötürüdür. Bazen bu belirtilerden sonra sara (epilepsi) krizine benzer krizler de görülür. Bu krizlere eklampsi krizi denir.

Günümüzde krizli çeşidine az rastlanmakla birlikte, gebelik zehirlenmesi, hala birçok ülkede gebelik dönemi hastalıklarının ve düşüklerin etkenleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu zehirlenmenin klinik teşhisi için yukarıdaki üç durumdan (hipertansiyon, albüminüri ve ödem) ikisinin olması şarttır.

Gebelik zehirlenmesinin birçok belirtisi, bu arada özellikle baş ağrısı, bulanık görme, gözlerin önünde benekler uçuşması, tansiyon yükselmesiyle ilgilidir. Genç bir kadında tansiyon genellikle 13,5'in altındadır. Bununla beraber normal bir gebelikte 11'e kadar düşük bir tansiyon bile olağan sayılır.

Gebelik zehirlenmesi çoğunlukla son üç ayda olur. Yedinci ay başlamadan yüksek tansiyon görülürse, bu, daha önceden var olan, gebelikle fazlalaşan ve rastlantı sonucu ortaya çıkan bir hastalığın belirtisi demektir.

SİDİK TAHLİLİ NİÇİN YAPILIR?

Albüminüri bu zehirlenmenin erken ortaya çıkan belirtilerinden biridir. Sidik tahlili sidikte protein varlığını göstermişse, gebelikte bir anormallik olduğu düşünülmelidir. Böbreklerin süzme mekanizması çok ileri, çok gelişmiş bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın görevlerinden biri vücudun proteinini saklamaktır. Normal çalışmayan, hırpalanmış bir böbrek bu proteini sidiğe karıştırır. (Sidikte albüminden başka proteinler de bulunmakla birlikte bu duruma albüminüri denir) Sidikteki proteinin derecesi ölçülür ve derecesine göre böbreğin ne kadar hasta olduğu anlaşılır. Bu nedenle gebelik süresi içinde her doktora gidişte sidik tahlili yapılmalıdır. Ancak, tahlil sonucunda protein bulunursa bu her zaman zehirlenme olduğunu da göstermez; eski bir.böbrek hastalığının işareti de olabilir.

Böbreğin görevlerinden biri de «renin» denilen bir madde üretmektedir. Bu madde kan damarlarının kas gücünü artırabilen hormonsal bir mekanizmaya göre etki yapar. Damarların kas gücünün artışı, kan akışına direnci artırır ve kan basıncını yani tansiyonu yükseltir, işte bu nedenle, böbreklerin işle. meşini değiştiren herhangi bir etken hem albüminüri hem de hipertansiyon yapabilir.

Ödem Yunanca şiş, şişkinlik anlamına gelen bir sözcükten türemiştir. Dokularda gereğinden çok sıvı bulunması durumu için kullanılır. Gebe olmayan ve sağlığı düzgün kadınlarda da, örneğin uzun bir alışverişten sonra, ayak ve ayak bileklerinin şiştiği görülür. Sürekli ayakta durmayla ayaklardaki ve bacakların alt kesimindeki kılcal damarlarda hidrostatik basınç yükselir. Bu da kandan dokulara sıvı süzülmesini artırır. Kan, sıcaklık ve hareket nedeniyle genişlemiş damarlarda birikir; kirli kanın kalbe dönüşü daha yavaş olur. Varisli toplardamarlarda bu hareket büsbütün yavaşlar. Akşam üzeri, günlük işler bittikten sonra, ayaklarını yüksekçe bir yere uzatıp dinlenmek, kirli kanın kalbe dönüşünü hızlandırır; bu da biriken sıvıyı yok eder; şişkinliği indirir..

En ince damarların çeperlerinden süzülen sıvı, vücut sağlıklı ise, kana karışır. Bunu plazmadaki proteinlerin çekişi, geçişme (osmoz) hareketi sağlar. Fakat büyük açlık, kıtlık dönemlerinde olduğu gibi, kanda protein yokluğu basgöstermisse veya kalp yetmezliğinde olduğu gibi, dokularda osmoz etkinliği olan birtakım metabolitler (metabolizma artıkları) yığılmışsa ödem meydana gelir.

NEDENLERİN ARAŞTIRILMASI

Gebelik zehirlenmesinin klinik belirtileri çeşitli böbrek hastalıklarında da meydana gelebilir. Bunlar gebeliğe bağlı hastalıklar değildir; fakat bu hastalıkların varlığı gebeliği güçleştirir. Bu hastalıkları gerçek gebelik zehirlenmelerinden ayırt etmek çoğu zaman zordur. Bazı bilginler gebelik zehirlenmesine «kuramlar hastalığı» (teoriler hastalığı) demektedirler. Çünkü hipertansiyon, albüminüri ve ödem gebelik zehirlenmesine özgü bir belirti değildir. Bunların her üçü de, başka hastalıklarda da görülebilen durumlardır.

Gebellik zehirlenmesinin etkenleri konusunda ileri sürülen varsayımların çoğu geçersizdir; çünkü her zaman doğru çıkmamışlardır. Zaten çok nedenli durumları anlayıp açıklama konusundaki tıbbi çalışmalar, bir soğanın tabakalarını soymaya benzer. Soğanın tümü hipertansiyon, albüminüri ve ödem belirtilerinin toplu görünüşü ise, tek tek tabakalar ayrı ayrı birer hastalıktır. Bugün için birbirinden ayırabildiğimiz tabakalar yalnız böbrek hastalığı, kalp hastalığı, hipertansiyon ve iç salgıbezleri hastalıkları tabakalarıdır. Elde soğanın orta kısmı, merkezi kalmaktadır ki, buradaki hastalıkların ne sayısı, ne de nitelikleri bilinmektedir. Ancak tek tek tabakalar soyulabildikçe nedenler ortaya çıkacak ve tedavi yolları aranacaktır.

Mol hidatik (mola hydatidosa) denilen urun İncelenmesi, gebelik zehirlenmesinin iyice anlaşılmasında çok faydalıdır. Bu ur, genellikle ilk gebelikte ortaya çıkan ve eklampsi krizi yapabilen bir durumdur. Ur alınırsa eklampsi krizi derhal ortadan kalkar. Döllenmeden sonra döllenen yumurta dölyatağı içine yerleşir ve bir kan damarları örgüsü meydana getirir. Bu damarlar örgüsünün dokusu (trofoblast) dölyatağının çeperinin içini örerek sonunda plasentayı meydana getirir. Bu oluşum denetim altında tutulmazsa zorlaşır ve fazla büyümüş bir trofoblast yığını gelişebilir. Buna mol hidatik denilir.

Bir üzüm salkımı biçiminde olan bu şişlik normal bir embriyo ile birlikte oluşabilir. Bunun nedeninin döllenmiş yumurtadaki bir bozukluk olduğu kesinlikle bilinmektedir. Bu ur aşağı yukarı 2,000 gebelikte bir görülür. Mikroplanmayı ve kanamayı önlemek için hemen alınmalıdır. Bazen kansere dönüştüğü olur. Bu duruma koryon epitelyoma (koryokarsinom) denilir. Bu kanser türünün tamamen iyileştirilebilmesi, çağımız tıbbının büyük başarılarından biridir.

Mol hidatiğin yaptığı zehirlenme ve eklampsi dönemi öncesi zehirlenme, döllenme ürününün dölyatağından çıkmasıyla iyileşir. Bu sonuç, mol hidaiikte ameliyatla, gebelikte ise doğurmakla olur. Bu da gösteriyor ki, hastalığı yapan etkenler doğrudan doğruya dölyatağının içeriğiyle ilgilidir. Gebelik zehirlenmesinin nedenleri aranırken aldosteron ve renin hormonlarının rolü ve bunların gebelik zehirlenmesi üzerindeki etkileri üzerinde de durulmuştur.

Beslenme koşullarının kötüleştiği savaş yıllarında gebelik zehirlenmelerinin azalması, araştırmacıların bu konuda aşırı beslenme üzerinde durmalarına da yol açmıştır.

GENEL DENETİMİN ÖNEMİ

Bu konuda akla gelen soruların hiç birine kesin cevap alınamamıştır. Hormonların bir rolü varsa da bunun ancak ikinci derecede kaldığı anlaşılmaktadır. Çeşitli refleksler üzerinde durulmaktadır, istatistiklerin ortaya koyduğu, fakat nedeni anlaşılmayan bir olgu, gebelik zehirlenmesinin en çok ilk gebelikte görülmesidir. Beslenme düzeninin bu hastalığa katkısı olasılığı üzerinde durulmaktadır. Ancak bunun da derecesi bilinmemektedir. Gebelik zehirlenmesi ayrı ülkelerde ayrı oranlardadır. Hatta aynı ülkenin değişik bölgelerinde değişik oranlar gösterir. Amerika'da yapılan istatistikler hastalığın besin azlığına bağlı «pellagra» (PP vitamini yokluğu sonucu olan bir cilt hastalığı) gibi hastalıklarla birlikte görüldüğünü ortaya koymuştur.

Gebelik zehirlenmesi sonucu ölenlere yapılan otopsiler bu kimselerin ince kan damarlarında yaygın bir pıhtılaşma olduğunu göstermektedir. Ancak bu belirti de gebelik zehirlenmesine özgü değildir. Başka hastalıklarda, özellikle ağır enfeksiyonlarda ve bazı kanserlerde de buna rastlanabilir. Bazı deney hayvanlarına, bakteri parçacıkları şırınga edilmiş, sonuçta bu çeşit pıhtılaşmalar görülmüştür. Bundan da gebelik zehirlenmesinde bu çeşit tepkilerin ufak kan damarlarının hırpalanmasına yol açtığı, bunların da geniş bir alanda pıhtılaşma yaptığı sonucu çıkmaktadır. Bütün bu deneylere rağmen bu zehirlenmenin ortak etkeni olabilecek bir bakteri, virüs ya da belirli bir toksin bulunamamıştır. Asıl nedenlerden birinin plasentada başlayan bir değişiklik olabileceği sanılmaktadır. Bu değişiklikte vücut kendi hücrelerini tanıyamaz, yadırgar ve bunlara karsı savunmaya geçer.

Yapılan istatistikler ABD ve İngiltere'de her on iki gebelikten birinde zehirlenme olduğunu ortaya koymuştur. En çok ilk gebelikte, ikiz gebeliğinde ve dölütün çevresinde çok sıvı olan (hidramniyos) gebelikte rastlanmaktadır. Annenin doğumdan önce gördüğü bakım da bunda büyük rol oynamaktadır. Amerika'da üniversite hastanelerinin kadın doğum servislerine yatırılan 100 hastadan 12'sinde gebelik zehirlenmesi görülmektedir. ABD'de yılda 30 bin Ölü doğum ve yeni doğmuş çocuk ölümü bu hastalıktan olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde doğan her 5000 çocuğa karşı bir kadın gebelik zehirlenmesinden ölmektedir. Anne ile bebeğin ikisinin birden ölümü olaylarının başlıca etkeni bu hastalıktır. öteki nedenler kürtaj, akciğer ambolisi ve kanamadır. Dölyatağında çocuk ölümü olayları da doğrudan doğruya gebelik zehirlenmesine bağlıdır. 100 çocuktan 5'i hafif vakalarda, 100 çocuktan 25'i ise eklampsi krizi gösteren vakalarda ölür.

Zehirlenme plasentanın görevini de etkiler. Zehirlenme olan annelerin bebekleri normalden daha ufaktır. Ölüm vakaları da plasenta yetersizliğine, erken doğuma ve dölyatağı kanamasına bağlıdır. Gebelik zehirlenmesinde plasenta kanama sonucu dölyatağı çeperinden gerektiğinden önce ayrılır. Buna «abruptio placentae» denilir. Zehirlenme çocuğun doğmasıyla geçtiğinden, doktor, anneyi erken doğurtmakla ortaya çıkabilecek tehlikelerle, çocuğun gebelik sonuna kadar dölyatağında kalmasının tehlikelerini ölçmeli, seçimi ona göre yapmalıdır.

Her ne kadar gebelik zehirlenmesinin temel nedenleri bilinmiyorsa da bunun klinik belirtileri başarıyla tedavi edilmekte, hatta önlenebilmektedir. Hastada gebelik zehirlenmesinin belirtilerinden herhangi biri görüldüğünde yapılacak ilk şey hipertansiyon, böbrek hastalıkları, kalp hastalıkları ve iç salgıbezleri hastalıklarından birinin bulunup bulunmadığını araştırmaktır. Rahatsızlık gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkmışsa mol hidatik olup olmadığını araştırmak da gerekir.

Yukarıda sayılan hastalıkların olmadığına karar verildikten sonra tansiyon yüksekliği, albüminüri ve ödemin nedeni araştırılır. Tansiyon çeşitli etkenlere göre değişebilir; bunun için ölçme hasta dinlenirken yapılmalıdır. Gebelik sırasında sidikte protein, gebe kadınlarda başkalarından daha çok görülen üreme organı hastalıkları ya da sidik yolu hastalıklarından ileri gelebilir, ödem ise en az objektif olan belirtidir. Çünkü normal gebelerin yüzde kırkında ayak bilekleri veya parmaklar şişebilir.

Doğum öncesi iyi bir kontrol, zehirlenmeyi önler; hiç değilse hafifletir. Bu nedenle gebe kadın düzenli olarak doktora gidip tam bir denetimden geçmelidir,

TEDAVİ

Çeşitli tedavi yolları vardır. Bütün bu yolların ortak yanı diüretik (sidik söktürücü), tansiyon düşürücü ilaçlar kullanılması, tuzsuz besin rejimi uygulanması, yatak istirahat! verilmesi, gerektiğinde hastanelerde yatıştırıcı ilaçlar kullanılmasıdır. Bazı kliniklerde özel beslenme rejimleri uygulanır. Bütün bu tedbirlerin amacı, bebek doğuma hazır olacak büyüklüğe gelinceye kadar zehirlenme derecesinde artmayı önlemektir. Çoğu zaman doğumu erkenleştirecek müdahalelerde bulunmak zorunda kalınır. Travay, yani dölyatağının doğum sırasındaki çalışması, yapma yolla başlatılır. Ağır durumlarda sezaryene başvurulur. Erken.doğan çocukları birçok güçlük beklediğinden, çocuk ne kadar gelişmiş doğarsa yaşaması olanağı o kadar büyüktür.

Basit gebelik zehirlenmesi olan kadın, gebeliğinin son haftalarında tüm normaldir. İleride başka bozukluklar çıkacağını gösterir hiç bir belirti yoktur. Halbuki, az da olsa, daha sonraki gebeliklerde de aynı hastalık ortaya çıkabilir. Çocuk, doğumu ve ilk birkaç günü atlatırsa, normal bir gelişme gösterir.


Hamileliğin İlk Haftaları
Dölyatağı genişledikçe, hemen yakınında bulunan sidik torbasına baskı yapar. Bu neden e kadın daha gebeliğin ilk haftalarında, eskisinden daha sık tuvalete gitme ihtiyacını duyar. Birkaç hafta daha sonra dölyatağı karnın içine doğru kayar; daha sonraki aylarda da bütün karın boşluğunu doldurarak, sindirim organları başta olmak üzere öbür organlara baskı yapar. Bunun sonucu olarak hazımsızlık ve mide kaynamaları olur. 36. haftadan itibaren de dölyatağı diyafram ve aşağı kaburga kemikleri üstüne basınç yapar; böylelikle soluk daralır ve alçak iskemlelere oturulduğu zaman rahatsızlık duyulur.

Dölyatağındaki ağırlık aynı zamanda alttaki kan damarlarına da basınç yapar ve damar şişmeleri gibi rahatsızlıklara yol açabilir. Gebe kadının kan akımında kimyasal ileticiler olan hormonlar serbest kalırlar ve dölyatağının bebeğin doğum kanalına geçeceği boyun kesiminin çevresindeki dokuların yumuşamasına yol açarlar. Bu hormonlar ayrıca dişetlerinin, burundaki salgı zarının, bacak damarları zarının, bebek için kemikten bir beşik meydana getiren leğen kemikleri arasında bağ dokuların da yumuşamasına yol açabilirler. Kadınların büyük çoğunluğu gebelik sırasında, özellikle ortadaki dört ay boyunca kendilerini her zamankinden iyi hissederler.

Bunun nedeni dünyaya yeni bir canlı getirmenin mutluluğudur. Gebe bir kadının beslenmesine dikkat etmesinin, vitamin yönünden zengin ve demir içeren yiyecekler yemesinin, derisi, gözleri, tırnakları ve saçı üstünde de olumlu etkileri olabilir. Kadınların çoğu gebelik sırasında, gerek önemsemedikleri, gerekse belli olmaz sandıkları için fazla kilo alırlar. Bu fazla kilolar doğumu güçleştirdikleri gibi, doğumdan sonra da zayıflama sorununu ortaya çıkarırlar. Birçok kadında, göğüslerin çevresinde, kalçada, kaba etlerde, karında, baldırlarda çizgiler meydana gelir. Lanolinle yapılacak masajlar bunların giderilmesinde yardımcı olabilir.

Gebelik genellikle dördüncü veya beşinci aya kadar yabancıların dikkatini çekmez; bir kadının gebe olduğu dış görünüşünden ancak bu aylardan sonra farkedilir. Gebe kadının giyiminde ilk dikkat etmesi gereken yeri beldir; beli sıkı olan etek veya pantolonların giyilmesi, dar kemerlerin kullanılması mide bulantılarını arttırır; bu nedenle, giysiler bol ve rahat olmalıdır. Vücuttaki ağırlık dağılımının değişmesi, çoğu zaman kadının denge duyusunu da etkilediğinden, yüksek topuklu ayakkabı giymek doğru değildir. Dölyatağı ağırlaştıkça, dengenin sağlanması için, sırtın en dar kısmı içeri doğru girer, kaba etler dışarı fırlar ve omuzlar geriye doğru atılır. Bu nedenle gebe kadının yürüyüşü paytaklaşır. Fakat gebe kadın normal yürümeye çalı saçak olursa hem daha rahat eder, hem de dış görünüşü çirkin olmaz.


Erken Doğum
Gebeliğin dokuzuncu ayından önce doğan bebekler Erken doğum nedeniyle bebek tam olarak gelişmemiştir. Çocuk ne kadar erken doğarsa organların işlevlerini yerine getirmedeki yetersizlik o kadar fazla olur. Vaktinden önce doğum gebeliğin 180. ve 260. günleri arasında yapılan doğumdur. 180. günden önce düşük sözkonusu olur. Normal süre ise 270-275 gündür.

Erken doğan bir bebeğin boyu ve ağırlığı, doğum ne kadar erken olmuşsa o kadar az olur. Ağırlık 900 gramla, 2,5 kg. arasında değişir. Normal doğan bebeklerin ağırlıkları 3,000-3,250 gr.'dır. Boy 20-40 cm. arasında değişebilir.

Erken doğan bir bebeğin vücut sıcaklığı vaktinde doğanınkinden daha düşüktür (33-35°C). Yapısından gelen zayıflık nedeniyle, bu tür bebekler her çeşit hastalığa kolayca yakalana bilirler (özellikle bulaşıcı hastalıklara). Bu nedenle özel beslenmeyi ve bakımı gerektirirler. Vaktinden önce doğan bebekler hastanelerde yapay olarak dölyatağı koşullarını hazırlayan enkübatörlerde tutulurlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder